19 Ekim 2009 Pazartesi

ARKADAŞ OL


İnsan bazı günler ne yapacağını bilemez. Sağa bakar, sola bakar, bir çıkar yol bulamaz. Ne olduğunu kendisi de bilemez. Erkekler işine, işten sonra kahvesine gider. Vaktini bir türlü geçirir. İş kadınları da hem işini hem ev işini yaparak, kendilerine boş zaman ayırmaya çalışırlar. Ama ev kadınları ne yapsın? Kendisini evin temizliğine verir.
Ben birkaç gündür böyle bir boşluğa yakalandım. Hiç böyle olmamıştı. Evi temizliyorum. Yemeği yapıyorum. Bakıyorum olmuyor; evi bir baştan bir başa tekrar temizlemeye başlıyorum. Bazen bilgisayara bakıyorum, ondan da sıkılıyorum.
Bir gün bana çaya gelen arkadaşım Gülşen ile konuşurken, laf döndü dolaştı bu boşluğa düşme konusuna geldi. Kendisi de aynı durumu yaşadığını, ama oğlunun sayesinde atlattığını söyledi:
-Şuleciğim, şimdi bırak boşluğa düşmeyi, boş zamanım olmuyor.
-Peki bunu nasıl çözümledin?
-Geçen gün, oğlum internette oyun oynuyordu. Baktım, tavla, okey, her türlü oyun var. Oğlum o oyunlara nasıl giriliyor, dedim. Bana öğretti. Şimdi boş zamanlarda, özellikle geceleri oyunlara giriyorum. Güzel tarafı, hayatta hiç görmeyeceğin kişilerle tanışman…
-Ciddi misin?
-Evet şekerim. İstersen gel, sana da öğreteyim.
Birlikte kalkıp, bilgisayarın başına geçtik. Gülşen bilgisayarı açtı. Oyun sayfasına gelinceye kadar ben onun çayını yeniledim. Kek tabağını da getirdim. Oyun sayfası açıldı.
-Şimdi sana bir nik lazım.
-O da nedir?
-Yani bu oyunlara girerken kullanacağın isim. Senin rumuzun olacak. Mesela Şule desek, adını hemen ortaya koymayalım.
-Anladım.
-Hoşuna giden bir isim bul. Mesela Afrodit olabilir.
-Yo, o çok iddialı.
-İstersen Şule adını şulem yapalım, onu da tersten okuyalım. Senin nikin meluş olsun. Aydın’ın plaka numarasını da ekleriz. Al sana, “meluş09” olur.
Gülşen, rumuzu ve şifreyi yazar, nasıl yapacağını göstererek tavla oyununa girer. Birlikte bir iki kişiyle tavla oynadık. Karşıdakilerin ısrarlı sorularına fazla aldırış etmedik. Gülşen:
-Fazla önemseme… Ne konuşursan konuş. Nasılsa bunlar senin kim olduğunu bilmezler. Sen de söylemezsin… İçlerinde edepsizi, uğursuzu, sarhoşu, her türlüsü çıkar. Onların bir iki konuşmasından sonra niyetleri belli olur. Ona göre konuşursun. İstersen hiç konuşmazsın.
Gülşen’in bu tavsiyelerini hafızama kaydettim. Gülşen, bir iki defa da bana deneme yaptırdı. Bilgisayarı yeniden açtık. Oyunlara girdik. İster tavla, ister okey, ister pişti… Ne isterseniz, hangi oyunu biliyorsanız, burada o var.
Ben tavla ve okeyi iyi bildiğim için, genellikle bu ikisini oynamaya başladım. Akşam geç saatte televizyonda iyi bir program yoktu. Ben, internete gireceğim, dedim ve eşimle oğlumu yalnız bırakarak bilgisayarın başına geçtim. Oyunlara girdim. Önce okey, sonra tavla oynadım. Vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım. Gece saat 04.00 olmuştu.
Gerek okey oyununda, gerekse tavlada oyun oynadığım erkeklerin hemen hepsinin derdi, görmedikleri, belki de göremeyecekleri bayanlara aşk ilan etmek derdinde olmaları idi.
Kısa yoldan tanışmanın ilk adımı memleketlerini söylemeleriydi:
-Ben İstanbul’dan, sen nereden?
-Ben İzmir’den, sen nerden?
-Ben Samsun’dan, sen nerden?
Buna benzer şekilde söze başlıyorlardı. Bazen direk benim nerden olduğumu soruyorlardı. İlk zamanlar fazla sessiz kalmıştım. Sessiz kalınca, bazıları saygı duyuyor, ısrar etmiyorlardı. Bazıları da konuşmaya mecburmuşum gibi hakaretler yağdırıyorlardı.
Sonraları alıştım. Ben de konuşmalara katılmaya başladım. Konuşunca da bu sefer, iki üç konuşmadan sonra hemen atağa geçiyorlar:
-Seni msn’me ekleyeyim.
-Bana msn’ni versene.
Gibi tekliflerde bulunuyorlardı. Ben de msn kullanmadığımı söyleyerek geçiştiriyordum. Günler böyle geçmeye başladı. Artık kendime boş zaman ayırmaya başladım. Gündüz ne zaman boş kalsam, hemen oyuna geçiyordum. Geceleri ise daha bir başka oluyordu. Gerçekten tiryakisi olmuştum.
Aradan iki aya yakın bir süre geçmişti. Ben bu ortama alışmıştım. Karşımdakilerle rahatça konuşmaya, sohbet etmeye başlamıştım. Karşıma çok değişik karakterlerde insanlar çıktı. Bazı ruh sağlığı bozuk olanlar, bunu rumuzlarına yansıtmışlardı. Onlarla kesinlikle aynı masaya oturmadım. Konuştuklarım içinde çocukça davrananlar, aşk ilan edenler, msn isteyenler, görüşme isteğinde bulunanlar, sarhoşlar, ne ararsanız bulunuyordu. Bu iki ay süresince seviyeli sohbet yapan kişilerle birkaç defa birlikte oyun oynamıştım. Böylece sohbet dostluğum ilerlemişti. Zannedersiniz ki, bunlarla uzun süre konuşan, tanışan biriydim. Bunlar arasında konuşmalarından güvenebildiğim üç tanesiyle msn arkadaşlığımı sürdürdüm. Bazı günler oyuna girmeden önce bunlarla msn de sohbet ederdik. Daha çok içinde bulundukları ortamı anlatırlar, beni bir arkadaş gibi gördüklerini ve bana rahatlıkla açıldıklarını söylerlerdi. Fotoğraflarını gönderiyorlardı. Onlar beni henüz tanımıyorlardı. İnternetteki adım da meluş’tan dolayı Melahat idi.
Yüzlerce oyun arkadaşı içinde süzülüp, elenip ortaya çıkan bu üç arkadaş, bana, beni görmeden bağlanmaya başlamışlardı. “Ablalık”, “arkadaşlık” ve “dostluk” kelimeleri çevresinde dolanıp, ileri gidemiyorlardı. Benimle çok rahat konuştuklarını söylüyorlardı. Bunlardan biri Bursalıydı. Anlattığına göre zengin bir ailenin çocuğuymuş. 27 yaşındaydı. Adı Ferhan idi. Bu genç yaşında kendini gece âlemine kaptırmıştı. Bir gün Ankara’ya, bir gün İstanbul’a takıldığını anlatırdı. İçinde bulunduğu ortamı gayet güzel tahlil edebiliyordu. Etrafındaki bazı kişilerin etkisiyle bu ortamdan kopamadığını söylüyordu. Sahte gülücükler dağıtan kadınların ise parasının peşinde koştuklarını açıklıyordu. Ben de kendisine evlenmesini tavsiye ediyordum. Benden sürekli olarak resmimi isterdi. Seni bir kere olsun görmek istiyorum, derdi. Ben de bunun mümkün olmadığını söyleyerek resmimi vermezdim.
Bir gece oyundan sonra msn de görüşmeye başladık. Bilgisayarın başında masayı donattığını söyledi. Zaten hemen her akşam içiyordu. İçmediği gün, pek enderdi. Beni sevdiğini, sadece benimle konuşunca huzur bulduğunu, mutlaka beni görmek istediğini, benimle kaçmak istediğini söylemeye başladı. Ben de evli olduğumu, bunun mümkün olamayacağını, hem beni daha görmediğini söyledim. Öyle ya ben nasıl biriyim. Uzun mu kısa mı, zayıf mı şişman mı, güzel mi çirkin mi?.. Nasıl olursan ol, dedi. Ani bir kararla, şimdi çıkıyorum, dedi. Aydın’a geleceğim. Sabah orada, merkezde bir internet cafe bulur seni beklerim, dedi. Ben görüşemeyeceğimizi söyledim. Bunun benim için iyi olmayacağını, çevrede hoş karşılanmayacağını açıkladım. Ama o görüşmeyi kapattı ve sabaha görüşürüz, diyerek konuşmayı kapattı. Pek ihtimal vermedim, ama yine de belli olmazdı. Yapar mı, yapar.
Sabah kalkınca bilgisayarımı açtım ve maillerime baktım. Bir de ne göreyim. Ferhan Aydın’a gelmişti. Belediyenin karşısında bulunan internet cafenin adını vermişti. Ben buradayım, gel görüşelim diyordu. Çılgın çocuk, gerçekten gelmişti.
-Ferhan, özür dilerim, gelemeyeceğim, diye yazdım.
Ferhan ısrarla beni görmek istediğini yazdı. Birkaç yazışmadan sonra:
- Senin durumunu anlıyorum, sana zarar gelmesini istemem, dedi. Sadece seni görmek istiyorum.
Ferhan, hala gelmem için ısrar ediyordu. Cevap yazmadım. Hazırlanıp, adını verdiği cafeye gittim. Baktım orada oturuyordu. Aman Allah’ım… Sen ne zaman geldin, ne zaman tıraş oldun, geldin buraya oturdun… Hiç uykusuzluk hali de yoktu. Tam karşısındaki masaya geçtim oturdum. O beni tanımadığı için, benim varlığımdan habersizdi. Ben burada msn yi açtım ve görüşmeye devam ettik. Böylece karşılıklı yazıştık. Bana aşk ilan ediyordu.
-Gel seni Bursa’ya götüreyim. Ben sana bakarım, diyordu.
-A, bu mümkün değil. Ben evliyim ve dünyalara değişemeyeceğim bir oğlum var, dedim.
-Gel, onu da al yanına. Ben size bakarım.
Bu konuşma saatlerce bu şekilde sürdü. Sonunda Ferhan bunu kabul etmek zorunda kaldı.
-Ama, ne olursun buraya gel, dedi.
-Ne yapacaksın. Etrafa rezil mi olalım, dedim.
-Hayır! Kesinlikle öyle bir şey yapmam. Seni görmek istiyorum. Seni görüp, ondan sonra gitmek istiyorum, dedi.
-Ama sadece göreceksin. Konuşmak yok, dedim.
Yemin üzerine yemin etti. Sana elimi dahi uzatmayacağım, dedi. Onun o hali gözlerimin önünden gitmiyor. İçinde bulunduğu ortamı, onun ruh halini düşündüm. Sonunda kendimi tanıttım:
-Başını kaldır ve karşındaki bayana bak, dedim.
Ferhan başını kaldırdı. Beni gördü. Birkaç saat daha böyle bakışarak yazıştık. Gözlerini benden alamıyordu. Ben ona iyi bir kız bularak evlenmesini tavsiye ettim. Böyle ortalarda gezerek gününü gecene karıştırma, dedim.
Ferhan:
-Öğüdünü tutacağım, dedi. Sen çok iyi bir insansın. Yüz güzelliğinin bin katı gönül güzelliği olarak gönlünde yer almış. Zeki ve düşünceli birisin. Sana, ailenle birlikte mutluluklar dilerim. Ne zaman bir yardıma ihtiyacın olursa beni arayabilirsin. Bir arkadaş, bir dost olarak yanındayım, dedi.
Sonunda bana veda ederek ayrıldı. O günden sonra Ferhan ile bir daha görüşemedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder