19 Ekim 2009 Pazartesi

SEVGİSİZLER ÜLKESİ


Dünyanın çok güzel bir köşesinde çok güzel bir ülke varmış. Ancak güzelliğine uymayacak bir özelliği varmış. Buradaki insanlar birbirlerini sevmezlermiş. Sadece birbirlerini değil, ağaçları, çiçekleri, hayvanları da sevmezlermiş. Bu sevgisizliğin ne zaman başladığını da kimse bilmiyordu. O zaman uzun zaman geçmişti ki bu ülkeye Sevgisizler Ülkesi denilmeye başlanmış.
Bu ülkedeki insanlar sevgisizlikten dolayı neşelerini kaybetmişlerdi. Sevgiyi bilmedikleri için saygıyı da öğrenememişlerdi. Hoşgörüyü hiç tanımamışlardı. Hepsinin yüzü sevgisizlikten solgundu.
Bu ülkedeki sevgisizlik ağaçları, çiçekleri, bütün bitkileri, hayvanları çok etkilemiş. Sevgisizlik bunların verimini düşürmüş.
Ağaçların yeşilliği solmuş, meyveleri azalmış, sebzeler hem lezzetsiz ve hem de daha az üretilmeye başlanmış. Hayvanların da verimi düşmüş. İnekler daha az süt vermeye başlamışlar. Tavuklar her gün yumurta vermiyorlarmış. Haftada bir veya iki gün kunluyorlarmış.
Sevgisizlik her yönüyle her yönüyle ülkenin hayatını etkilemiş.
Bu güzel ülkenin güzel bir köşesinde, bir kır kulübesinde bir adam yaşarmış. Şehir hayatını sevmediği için burada yaşarmış. Bir atı, birkaç eşeği, 20 kadar ineği, ahır dolusu koyunu ve büyük bir kümes dolusu tavuğu varmış.
Şehirlilerin aksine bu adam sevgi doluymuş. Her gün ağaçlarıyla konuşurmuş. Konuşurken sevgisini verirmiş. Ağaçlar bu adamın sevgisine karşılık verirlermiş. Daha uzun, daha canlı, göz alıcı olurlarmış. Dalları, diğer ağaçların gövdesi gibi büyürmüş. Adam her sene bunları budarmış. Kendi kışlık yakacağını ayırır, fazlasını satarmış.
Meyve ağaçları ve yetiştirdiği sebzeler de adamın sevgisini karşılıksız bırakmazmış. Bölgenin en büyük ve en lezzetli meyvelerini, sebzelerini yetiştirirmiş. Bu sebeple bunları pazara götürdüğü zaman kapış kapış satılırmış.
Hayvanlarıyla da çok yakından ilgilenirmiş. Onlarla da ayrı ayrı konuşurmuş. Onları sever, okşarmış. Hayvanları da bu sevgiyi karşılıksız bırakmazlarmış. İnekler daha fazla süt verirlermiş. Koyunları daha iri, yünleri daha parlak ve uzun olurmuş. Yumurtalar ise daha iri ve daha lezzetli olurmuş.
Kendisine bir de çiçek bahçesi kurmuş. Çiçek bahçesinde gezerken her biriyle tek tek ilgilenirmiş. Onlarla ayrı ayrı konuşurmuş. Onları sever, okşarmış. Onlarla arkadaş gibi şakalaşırmış. Diğer ürünlerinde olduğu gibi çiçekleri de en kısa zamanda satılırmış.
Şehirliler ürünlerini büyük bir beğeni ile kapış kapış aldıkları bu adama karşı ilgisizlermiş. Sevgisizliklerinden dolayı hiç kimseyi sevmedikleri gibi bu çiftçiyi de sevmezlermiş. En güzel ürünleri yetiştirmesine, ondan mal almak için erkenden gelmelerine rağmen bu adamı sevmezlermiş. Fazla da tanımazlarmış.
Tanımadıkları, sevmedikleri, kendilerinden olmadıkları bu adama Hanor derlermiş. Gururlu, büyük adam, yüksek yerlerin adamı anlamına Hanor derlerdi. Şehir dışında tek başına yaşadığı için de yalnız adam anlamında Hanor derlermiş. Gerçekten Hanor, uzun boylu, iri gövdeli biriydi. Şehir pazarında baktınız mı hemen fark edilirdi.
Pazaryeri açıldığı günlerden birinde Hanor her zamanki gibi erkenden ürünlerini satmıştı. Kendi ihtiyaçlarını da alıp evine dönüyordu. Şehirden çıkarken kimseye rahatsızlık vermek istemezdi. Bundan dolayı at arabasına binmeden giderdi. Atın yularından tutar, atın yanında yürürdü. Şehirliler onun bu kibar davranışının anlamını kavrayamazlardı. Hele bazı şehirliler atlarını ve at arabalarını çok kadar hızlı sürerlerdi. Onlar geçerken yoldaki şehirliler canlarını korumak için kaçacak yer ararlardı.
Hanor hiç acele etmeden şehir dışına doğru çıkıyordu. Şehir dışına çıkışa yaklaşınca arabaya binerdi. Tam arabaya bineceği yerde askerler etrafını sardı. Askerlerin başlarındaki komutan:
-Teslim ol Hanor! Tutuklusun!
Hanor, gayet sakin bir şekilde etrafını çeviren askerlere baktı. Yirmi tane kadar vardı. Hepsi silahlarını üstüne doğru tutmuşlardı. Yapacak bir şey yoktu.
Hanor çok sakin bir şekilde:
-Suçum nedir? Ben bir şey yapmadım ki. Kimseyle konuşmadım, kavga etmedim. Kimsenin malını da çalmadım.
Komutan:
-Seni tutuklamam emredildi. Suçunu karakolda öğrenirsin.
Askerlerden biri at arabasını aldı. Diğerleri de Hanor’u aralarına aldılar. Karakola geldiler. Hanor karakolda suçunu öğrendi. Karakol komutanı, Sevgisizler Ülkesinin sevgisiz bir komutanıydı. Bütün sevgisizliğiyle Hanor’u baştan aşağı süzdü:
-Sen ülkemizin temel yasasına karşı gelmişsin.
Hanor şaşkın bakışlarla:
-Ben ne yapmışım ki? Kimsenin malını çalmadım. Kimseyle kavga etmedim.
Komutan kızgın bir ifadeyle:
-Sen Sevgisizler Ülkesinde sevgi besliyormuşsun. Hakkında şikâyet var.
-Ben suçsuzum. Kimseye zararım yok. Bırakın gideyim.
-Senin hakkında mahkeme karar verir.
Komutan askerlere seslendi:
-Götürün bunu!
Hanor’u hapishaneye götürdüler. Burada fazla insan yoktu. Hanor gelmeden haberi gelmişti. Ne de olsa, bunlar da Sevgisizler Ülkesi’nin sevgisiz insanlarıydı. Hanor’a şüpheyle baktılar. Hanor ise hepsine güler yüzle bakıyordu. Sevgiyle yaklaşıyordu. Onlarla konuşmak, hapishane günlerini değerlendirmek istiyordu. Her gün değişik bir konu bulur onlarla konuşmak isterdi. Bu sevgisiz insanlar başkalarıyla konuşmaya alışık olmadıkları için bu çabalar boşa çıkıyordu. Günlerden bir gün, mahkûmlardan biri ona bir soru sordu:
-Sen şehir pazarının en iyi, en lezzetli ürünlerini satarmışsın. Herkesin ürünlerinden çok farklıymış. Bunu nasıl beceriyorsun? Büyü falan mı yapıyorsun? Senin ürünlerin sihirli mi?
Bu soru Hanor için bulunmaz bir fırsat oldu. Günlerdir onlarla konuşmak istemişti. Ama başaramamıştı. Sevgisiz insanlarla konuşmak zordu. İşte şimdi kendileri konuşmak istiyordu. Hanor bu fırsatı hemen değerlendirdi. Ağaçları, çiçekleri, hayvanları nasıl yetiştirdiğini anlatmaya başladı. Hanor o günden itibaren her gün ürünle ilgili yetiştirme hikâyelerini anlatıyordu. Bu gün ağaçlarla nasıl konuştuğunu anlattıysa, öbür gün çiçek bahçesinde dolaşırken çiçeklerle konuşmasını anlatırdı. Mahkûmlar önceleri onu kuşkuyla dinliyorlardı. Onun sihir yaptığına inanıyorlardı. Ama günler ilerledikçe onun konuşmalarına alıştılar. Çünkü şimdiye kadar bu kadar uzun konuşmamışlardı. Hem bu adam şimdiye kadar bilmedikleri konuları anlatıyordu. Bir ay sonra gardiyanlar da bu sohbetleri dinlemeye başladılar.
Mahkûmlar Hanor’a o kadar alıştılar ki farkında olmadan ona alışmaya başladılar. Onu sevmeye başladılar.
Gardiyanlar da merakla dinledikleri Hanor’u hapishane müdürüne anlatmışlardı. Müdür şehir pazarında Hanor’u görürdü. Sattığı ürünlerin farkını biliyordu. Çoğu zaman yetişemediği için onun mallarını alamıyordu. Şimdi gardiyanların anlattıkları ilgisini çekti.
Hapishane geniş bir araziye sahipti. Bir yanı ormanla kaplıydı. Geri kalan geniş bir arazi ise tarıma elverişli idi. Müdürü birkaç yıl önce burada sebze ektirmişti. Meyve ağaçları diktirmişti. Sevgisizler Ülkesi’nin sevgisiz insanlarından olan mahkûmlar tarım işinden anlamıyorlardı. Anlasalar zaten isteksiz çalışıyorlardı.
Gardiyanlar her gün farklı bir konu anlatınca, müdürün aklına bu tarla geldi. Bir gün Hanor’u yanına çağırdı. Kendisini pazaryerinden tanıdığını, ürünlerinden aldığını söyledi. Hapishanenin penceresinden dışarı baktı. Uzaktaki ormanlığa kadar uzanan geniş araziyi gösterdi. Hapishanenin olan bu arazide sebze ve meyveleri yetiştirebileceğini söyledi.
Hanor, müdürün bu nazik tavrı karşısında şaşırmıştı. Ayrıca yeniden bir tarlaya ve bahçeye kavuşacağı için sevinmişti. Müdürün teklifini hemen kabul etmişti.
Müdür:
-Dilediğin kadar mahkum çalıştırabilirsin.
Hanor:
-Sadece benim koğuştakiler yeter efendim.
Müdür:
-Az olmaz mı?
Hanor:
-Onlar beni dinleye dinleye iyi birer çiftçi oldular. Yeterlidir.
O günden sonra Hanor ile koğuş arkadaşları tarım alanına çıkmaya başladılar. Günün ilk saatlerinden başlayan çalışma öğle yemeği için bırakılırdı. Yemekten sonra biraz dinlenip yeniden başlıyorlardı. Bu çalışma gün batıncaya kadar devam ederdi. Günler böyle geçti.
Hanor çok mutluydu. Hapis olmasına rağmen mutluydu. Koğuş arkadaşları onu izliyor, onu taklit etmeye çalışıyorlardı. Sevgisizler Ülkesi’nin sevgisiz insanları sebzeleri sevmeye başladılar. Meyve ağaçlarıyla konuşur oldular.
Günler, haftalar böyle geçti. Şimdi koğuş arkadaşları da Hanor gibi mutluydu. Hapishane müdürü de penceresinden onları izliyordu. Ağaçlardaki ve sebzelerdeki değişimi gördükçe o da mutlu oluyordu. Hiç farkında olmadan, hiç bilmediği tebessüm yüzünde görünmeye başladı.
Hanor sevginin gücünü göstermişti. Koğuş arkadaşlarına sevmeyi öğretmişti.
Müdür pazardan pahalı mal almaktan kurtulmuştu. Mahkûmlar da bol yemeğe kavuşmuşlardı. Bunlar hep Hanor’un sayesinde olmuştu. Bütün mahkûmlar Hanor’u sevmeye başlamışlardı. Sevgiyi öğrenmişlerdi. Sevgisizler Ülkesi’nin sevgisiz insanları Hanor’u seviyordu.
Aylar böyle geçti. Bir yıl kadar olmuştu. Bir gün müdür Hanor’u yanına çağırdı:
-Hanor, burada büyük bir iş başardın. Sen usta bir çiftçisin. Sayende mahkûmlar bol yemeğe kavuştular.
Hanor, takdir edilmenin mahcupluğu içinde yüzünü yere eğdi. Hanor, müdürün övgüleri karşısında sessizce şükranlarını sunuyordu.
Hapishanedeki sevgisiz insanlar, Hanor sayesinde sevgiyi tanımışlardı.
Müdür, esas konuya geldi. Hanor’a neden çağırdığını açıkladı:
-Hanor, senin hakkında bir yazı geldi. Gelecek hafta mahkemeye çıkacaksın. Mahkemen başlıyor.
Hanur, bir an evini düşündü. Ağaçlarını, meyvelerini, sebzelerini, hayvanlarını düşündü. Bir yıla yakındır onlardan uzaktı. Acaba şimdi ne hâldeydiler? Hayvanları ne olmuştu? Açlıktan ölmüşler miydi? Ağaçlar susuzluktan kurumuş muydu? Birden hüzünlendi. Bunları gözünün önüne getirdi. Onun bu üzüntülü hâli müdürü de etkiledi. Eskiden sevgisiz bir insan olan müdür, Hanor sayesinde sevgiyi öğrenmişti. Şimdi ondan üzüntüyü de öğreniyordu.
Hanor’un ağaçlarla, çiçeklerle nasıl konuştuğunu sürekli izliyordu. Bazı günler merak eder, yakından dinlerdi. Onlarla neler konuştuğunu öğrenmek istiyordu.
Müdür, Hanor’dan öğrendiklerini evde de uygulamaya başladı. Hanor’un bitkilere söylediklerini, evde kendi ailesine söylemeye başlamıştı. Eşini, çocuklarını sevmeye başladı. Hanor’un yaydığı sevgi çemberi böylece hapishane dışına da yayılmaya başlamıştı.
Hanor mahkeme gününe kadar yine tarlada çalıştı. Koğuş arkadaşlarıyla her gün meyvelerin, sebzelerin arasındaydı. Sanki onlar birer mahkûm değillerdi. Her biri kendi işiyle uğraşan birer çiftçi gibiydiler.
Mahkeme günü geldi. Askerler Hanor’u arabaya bindirdiler. Mahkeme binasına geldiler. Binanın önü çok kalabalıktı. Sevgisizler Ülkesi’nin sevgisiz insanları mahkeme binasını ve yolları doldurmuştu. Hanor’un mahkemeye çıkacağı şehirde ve başka yerlerde duyulmuştu. Pazaryerinden tanıdıkları Hanor’un duruşmasını merak ediyorlardı.
Pazaryerinin en tanınmış, en bilinen satıcısıydı. En iyi, en güzel, en leziz ürünleri yetiştirip satıyordu. Hanor’un sattıklarını almak için âdeta yarış ederlerdi. Ama onun iri yapılı görüntüsünden, şehir dışındaki sır dolu yaşantısından ürkerlerdi. Hanor hakkında kimse doğru dürüst bir şey bilmezdi. Bazen avcılar evinin çevresinden geçerken gizlice onu izlemeye çalışırlardı. Hanor’un hayvanlarıyla av köpekleri arasındaki koku almalar, bu gizli izlemeleri sona erdirirdi.
Bu büyük, lezzetli meyve ve sebzeleri nasıl yetiştirdiğinin sırrını çözemiyorlardı. Kimisi sihirbaz diyordu. Kimisi büyücü diyordu. Sihirle, büyüyle meyve ve sebze yetişmez diyenler ise bir karar veremiyorlardı.
Şehirliler bütün bu soruların cevaplarını öğreneceklerini umarak mahkeme binasına koşmuşlardı.
Askerler Hanor’u büyük bir salona aldılar. Salon tıka basa doluydu. Salona giremeyenler koridorları doldurmuştu. Binanın önü de doluydu. Salondakiler ayağa kalktılar. Yedi kişilik mahkeme heyeti geldi. Kürsüdeki yerlerine oturdular.
Mahkeme heyeti astlın sarısı sırmalarla süslü siyah cübbeler giyinmişti. Ortadaki üç kişinin süslemesi daha farklıydı. Ortadaki de heyet başkanıydı. Eline tokmağı aldı. Üç kere kürsüye vurdu. Bu işaret mahkemenin başladığını bildiriyordu. Başkan bu işaretle hem izleyenleri susturuyor, hem de sağ baştaki üyeye söz vermiş oluyordu. Salon bir anda sessizleşti. Sağ baştaki üye ayağa kalktı. Mahkeme heyetini selamlayarak söze başladı:
-Sevgisizler Ülkesi’nin Yüce Mahkemesi adına söylüyorum. Bu salonda bulunan Hanor adlı çiftçi hakkında şikâyet var. Ülkenin temel yasasına aykırı davrandığı iddia edilmiştir. Hanor, bitkilerle, ağaçlara, hayvanlara sevgi beslediği iddia edilmiştir. Böylece ülkemizin en ağır suçunu işlemiş bulunuyor.
Az önce salon, uçan bir sineğin kanat seslerinin dahi işitilecek kadar sessizdi. Bu konuşmadan sonra kalabalık arasında homurtular başladı.
Hanor, şaşkın hâldeydi. İnanmayan gözlerle mahkeme heyetine bakıyordu.
Mahkeme başkanı tokmağını yeniden vurdu. Sessizlik oldu.
-Hanor, suçlamayı duydun. Kendini nasıl savunacaksın?
Hanor:
-Şehirde insanlar bir arada yaşıyor. Her gün konuşacak birilerini bulur. Pazaryerinde bulur. Burada olmazsa dükkânlarda bulur. Sokaklarda bulur. Hepsi olmazsa evinde bulur. Eşi, çocukları var. Onlarla konuşur. Mutlaka konuşacak birilerini bulur.
Ben şehir dışında yaşıyorum. Tek başıma yaşayan bir çiftçiyim. Konuşacak kimsem yok. Ben de hayvanlarımla konuşuyorum. Ağaçlarımla, çiçeklerimle konuşuyorum. Yaptığım budur. Bitkilerle, hayvanlarla konuşmam suç ise suçluyum.
Salon yine homurtularla uğuldamaya başladı.
Başhakim:
-Sen bunlara sevgi verdiğini böylece kabul ediyorsun.
Hanor:
-Ben onlarla sadece konuşuyorum. Bu benim onlara karşı sevgi beslediğim anlamına mı geliyor? Ben bunu bilmiyordum.
Sevgisizler Ülkesi’nin sevgisiz insanları ne kadar sessiz gülmeye çalışsalar da, salonda bir gülme uğultusu duyuldu. Hanor’un nükteli konuşması hoşlarına gitmişti.
Hanor’un mahkemesi ülkede çok çabuk duyuldu. Diğer şehirlerden pek çok kişi mahkemeyi yakından izlemeye gelmişlerdi.
İkinci gün kalabalık sokaklara taştı. Hakimler yine aynı soruları soruyor, Hanor da bitki ve hayvanlarla neler konuştuğunu anlatıyordu. Onlara neler anlattığını söylüyordu. Sanırsınız ki Hanor o an kendi bahçesindedir. Elma ağaçları arasındadır:
-Ey benim kırmızı elmalarım… Kırmızı renginizi benim yanaklarıma da boyayacak mısınız? Bugün güzelsiniz… Bakımlısınız… Düne göre daha çok parlıyorsunuz.
Salonu dolduran sevgisiz insanlar Hanor’u dinliyordu. Binayı, sokakları dolduran binlerce sevgisiz insan ise kulaktan kulağa haberdar oluyordu. Bu insanlar Hanor’u dinledikçe bir değişime uğruyordu. Hanor ilgilerini çekmişti. Etkiliyordu. Kalabalık yavaş yavaş ona karşı bir yakınlık duymaya başlamıştı.
Üçüncü gün yapılan duruşmada kalabalığın daha da arttığı görüldü. Herkesin aklına Hanor’un şu sözleri takılmıştı:
-Şehirde hiç kimsenin yüzü gülmüyor. Herkes asık suratla geziyor. İnsanın canı sıkıldığı zaman yüzü asılır. Bu insanların her zaman canı sıkılır mı? Neden canları sıkılır? Her gün mü can sıkıntısı olur?
Ben şehirlerde birbirleriyle görüşen, konuşan bir kişi görmedim. İşte can sıkıntınızın kaynağı budur: Konuşmamak. Siz evde eşinizle demi konuşmazsınız? Ya çocuklarınız, onlarla da mı konuşmazsınız?
Hanor’un konuşması, Sevgisizler Ülkesi’nin sevgisiz hâkimlerinin hoşuna gitmemişti. Baş hâkim:
-Yarın duruşma küçük korulukta devam edecektir.
Dedi ve tokmağı kürsüye üç kere vurarak oturumu bitirdi.
Küçük koru, şehir dışındaki ormanın alt kısmına denirdi. Ormanın içinden geçen ırmak taşınca bu alt kısım su altında kalırdı. Bazı yerleri tamamen su içinde olduğu için balçık hâlindeydi. Buranın bataklık olmasından korkup kimse gelemezdi. Hanor’un buraya getirilmesi, onun bir nevi bataklığa bırakılması anlamına geliyordu.
Askerler Hanor’u sabahın erken saatinde küçük koruya getirdiler. Bataklık diye korktukları balçıklı bölgeye bıraktılar. Hanor’un suya girmesini istediler. Hanor suyun içine girdi. Ağaçların arasında ilerledi. Binlerce şehirli Hanor’u izliyordu. Küçük korunun çevresinde sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yerlerini almışlardı. Az sonra arabalarla mahkeme heyeti geldi.
Hanor suyun içinde ilerliyordu. Bir ara göğsüne kadar suya battı. Kalabalık arasında aynı anda:
-Ooooo!..
Diye bir uğultu yükseldi.
Dün gün boyunca kendi kendilerine “biz neden birbirimizle konuşmuyoruz” diye sormuşlardı. Şimdi sesli bir şekilde birbirlerine sormaya başladılar.
-Hanor batacak mı?
-Hanor kurtulacak mı?
-Hanor yine sihirle mi kurtulacak?
-Hanor ağaçlarla konuşacak mı?
-Ağaçlarla konuştuğu gibi su ile de konuşacak mı?
Hanor suda ilerlerken ağaçları inceliyor, onları okşuyor, sanki onlarla konuşuyordu. Binlerce şehirli onu ilgiyle izliyordu. Ormanda çıt çıkmıyordu. Bir tek hayvan ses dahi işitilmiyordu. Ağaçların rengi soluk, boynu bükük duruyordu.
Hanor, balçıktan dolayı su içinde zorla ilerliyordu. Her adımında, şehirliler büyük heyecan yaşıyordu.
Hanor ikinci gün ağaçların yanında daha çok kalıyordu. Onlara dokunuyor, sanki onları bir bebek gibi okşuyor, seviyordu. Şehirliler artık emindi:
-Ağaçlarla konuşuyor.
Üçüncü gün su Hanor’un belinden daha aşağıdaydı. Suda bir azalma vardı.
Bu olaylar Sevgisizler Ülkesi’nin sevgisiz kralına da duyurulmuştu. Kral da sonucu merak etmeye başlamıştı. Her gün bir haberci göndererek bilgi alıyordu.
Dördüncü gün gelenler çok az su olduğunu gördü. Su Hanor’un diz hizasındaydı. Hanor yine ağaçların arasında dolaşmaya başladı.
Şehirliler bugün Hanor ile fazla ilgilenmediler. Onlar ilk defa duydukları kuş seslerini takip ediyorlardı. Bu sesler nereden geliyordu. Ağaçların tepelerine bakmaya başladılar. Arada, daldan dala konan kuşları gördüler. Ayrıca ağaçların bu kadar güzel olduğunu ilk defa fark ettiler. Şehirliler gözlerini alamadılar. Kuşlara mı, ağaçlara mı baktıklarını anlayamadılar. Hanor’u ise unutmuşlardı.
Beşinci gün geldiklerinde ise sular tamamen çekilmişti. Kuş sesleri çoğalmıştı.
Hanor bu manzara karşısında mutlu olmuştu. Mutluluğunu ağaçlarla paylaştı. Sulardan geriye kalan balçık içinde dikkatlice yürüyerek ağaçlara sarıldı. Kuşlara seslendi. Hepsine teşekkür etti. Sonra mahkeme heyetine ve şehirlilere yüksek sesle şunları söyledi:
-Buraya geldiğimiz günü hatırlayınız. Ağaçlar boynu bükük, solgun, sanki hayata küsmüş, hastalıklı gibiydi. Her yer su altındaydı. Ben onlarla konuştum. Onlarla arkadaş oldum. Onlara sevgimi verdim. Değişimi gördünüz. Ağaçların o günkü hâli ile şimdiki hâlini gördünüz. Ağaçlar şu an ağaç olmaktan mutlular. Kuşlar da onların mutluluğuna katıldılar. Görüyorsunuz, sevgi vermekle çoğalıyor. Bir düşünün… Hayatta verince çoğalan ne vardır? Sadece sevgi vardır.
Şehirliler büyük bir alkış ile Hanor’a cevap verdiler. Hanor mutluydu. Şehirlilerin o eski asık suratları gitmişti. Şimdi gülümseyen yüzlerle Hanor’a bakıyorlardı.
Kral haber gönderip mahkeme heyetiyle Hanor’u yanına çağırttı.
Hapishanede önceden bir sevgi oluşmuştu. Hanor’un haberi geldiği zaman sevinç, şenliğe dönmüştü. Başta müdür olmak üzere hapishanedeki herkes Hanor’u kutladılar.
Hapishane müdürü kralın davetine gitmeden önce Hanor’un temizlenmesine yardımcı oldu. Saç ve sakalının tıraşını yaptırdı. Yeni elbiseler getirtti. Hanor büyük yolculuğa hazırdı.
Çok geçmeden askerler geldi. Hanor’u bir arabaya bindirdiler. Hapishanedeki herkes onu gülen yüzlerle uğurladılar. Uzun bir yolculuktan sonra saraya geldiler. Yüksek merdivenleri çıktılar. Büyük bir salona girdiler. Hanor kralın huzuruna giriyordu. İlk defa böyle büyük bir binaya giriyordu. Çevresine bakamadan ilerledi. Kralın huzuruna gelince eğilerek selam verdi.
Kral:
-Hanor, sen bitkilerle, çiçeklerle ve hayvanlarla konuşuyormuşsun. Doğru mu?
Hanor, başını hafif kaldırdı. Krala saygı ile bakarak cevap verdi:
-Evet efendim…
Bu cevap üzerine süslü elbiseleriyle salonu dolduran kalabalık arasında bir uğultu oldu.
Kral:
-Bunu nasıl yapıyorsun? Onlarla neler konuşuyorsun?
-Bitkiler, hayvanlar birer canlıdır. Ben karşımda bir canlı olduğunu düşünüyorum. Canlılarla konuşuyorum. Onlar da benim sözlerime duyarsız kalmıyorlar. Bana, verdikleri ürünlerle cevap veriyorlar.
Kral:
-Seninle konuşunca mı ürünleri büyük ve lezzetli oluyor? Bunun sırrı senin konuşmanda mı?
Hanor:
-Evet sayın kralım. Benimle konuşan bitkilerin ürünleri diğerlerinden farklı olmaktadır. Bunu şehir pazarından alış veriş yapanlar bilmektedir. Bitkiler sadece benimle konuşunca böyle lezzetli ürünler vermezler. Onunla kim konuşursa bu sonucu alır. Bunu bir yıldan fazla kaldığım hapishane müdürüne sorabilirsiniz. Hapishane arazisinde mahkûmlar benimle bir deneme yaptılar. Onların yetiştirdiği sebzeler ortadadır.
Kral sorularına devam etti:
-Küçük koruda yaptıkların da ağaçlarla konuşmandan mı kaynaklandı?
Hanor:
-Evet efendim. Biz küçük koruya gittiğimiz zaman ağaçlar küskündü. Solgundu. Ağaç olarak yaşamak istemiyor gibiydiler. Çevrelerini kaplayan suları emmiyorlardı. Ben onlarla ayrı ayrı konuştum. Onların gönlünü aldım. Onlara moral verdim. İnsanların yüzündeki can sıkıntısı ağaçlarda da vardı. Ağaçlar solgun ve bitkindi. Ama ben onlarla konuştum. Ben onlara sevgimi verdim. Onlar da bana duyarsız kalmadılar. Aylarca, yıllarca kabul etmedikleri suları emmeye başladılar. Solgunlukları geçti. Ağaçların dış görüntüsü değişti. Ağaçların değişimini kuşlar da gördü. Kuş sesi duyulmayan küçük koru o günden itibaren kuşlarla doldu.
Kral merakla sordu:
-Bunun sırrı sadece senin ağaçlarla konuşmanda mı?
Hanor:
-Ben onlarla sadece konuşmadım. Ben onlara sevgimi verdim. Benim sevgim onları mutlu etti. Onlar da bu sevgiyi kuşlarla paylaştılar.
Sayın kralım, dünyada neyi paylaşsanız azalır. Azalmayan tek şey sevgidir. Sevgi, paylaşıldıkça azalmaz; aksine çoğalır.
Kral:
-Hanor, sen insanların birbirleriyle konuşmasını istemişsin. İnsanlar konuşunca, onlar da birbirlerine sevgi mi verecekler?
Hanor:
-Evet kralım.
Kral:
-Ama biliyorsun, bizim ülkemiz Sevgisizler Ülkesi. İnsanlarımız sevgiyi bilmezler. Bilmedikleri bir şeyi nasıl verirler ki?
Hanor:
-Sevgiyi bilmeye gerek yok sayın kralım. Sevgi insanın içindedir. İnsan konuştukça içindeki sevgi ortaya çıkar.
Sevgi insana neşe, mutluluk verir. İnsanların yüzü güler. Ülkemiz mutlu insanların ülkesi olur.
Kral huzurda bulunan mahkeme heyetine döndü. Başkana sordu:
-Siz mahkeme heyeti olarak olayı yakından incelediniz ve izlediniz. Siz ne dersiniz? Hanor’un sevgisi bizim insanlarımızda var mıdır?
Mahkeme başkanı saygıyla eğilerek söz başladı:
-Sayın kralım. Bizler izledik. Yakından gördük. Hapishane müdürüyle de görüştük. Aynı bilgileri aldık. Hanor’un bitkilerle, hayvanlarla konuşması doğrudur.
Kral hapishane müdürünü gözleriyle aradı. Göz göze geldiler. Kral hapishane müdürüne sordu:
-Hapishanedeki olay nedir?
Hapishane müdürü bulunduğu yerden bir adım öne çıktı. Saygıyla eğilerek anlatmaya başladı:
-Hapishanenin arazisi geniş olduğu için orada tarım yapmak istedik. Mahkûmların yiyecek ihtiyaçlarını karşılayarak tasarruf yapmak istedim. Ancak istediğimiz sonucu alamamıştık.
Ancak Hanor geldikten sonra yeniden denedik. Bu sefer durum değişti. Bire beş, bire sekiz fazla ürün almaya başladık. Ayrıca daha lezzetli ürünler aldık.
Bazıları Hanor efsun yaptı diye düşünebilirler. Ama diğer mahkûmların çalıştığı tarlalar da aynı verimi veriyordu. Ben onlarla da görüştüm. Sadece sebzelerle konuştuklarını söylediler. Ben bunu kendi evimde de denedim. Evimin bahçesindeki çiçeklerle konuşmaya başladım. Gerçekten çiçeklerim değişmeye başladı. Tomurcukların açılması, çiçeklerin güzelliği bir başka oldu.
Kral:
-Yani sen de bahçendeki çiçeklere sevgi mi verdin?
Hapishane müdürü:
-Bilmiyorum efendim. Onlara sevgi mi verdim, gıda mı verdim? Ben sadece çiçeklerimle konuştum. Hepsi bu.
Kral:
-Hapishane müdürünün sözleri, Hanor’un sözlerini onaylıyor. Anladığıma göre insanlar konuştukça sevgileri ortaya çıkıyor. Bitkilerle konuşunca bitkilerin verimi ve lezzeti artıyor. İnsanlarla konuşunca, onların da veriminin artacağını düşünüyorum. Buna göre temel yasayı değiştireceğim. Bu andan itibaren temel yasamız sevgiye dayanacaktır. Sevgisizliği unutun. Ülkemizin adı da “Sevgiler Ülkesi” olacaktır. Dört bir yana duyurulsun.
Kral, Hanor’a döndü:
-Hanor, sana teşekkür ederim. Bizlerin bilmediği sevgiyi, tatmadığı mutluluğu öğrettin. Dile benden ne dilersen…
Hanor:
-Sağlığınızı diliyorum efendim…
Kral:
-O zaman ben sana görev vereyim. Sana dilediğin kadar arazi vereceğim. En güzel meyve ve sebzeleri yetiştireceksin. Ayrıca ülkeyi dolaşarak bunu bütün çiftçilerimize öğreteceksin. Senin gayretin, senin sevgin ülkemizin kalkınmasını sağlayacaktır.
Hanor:
-İstekleriniz benim için emirdir, sayın kralım. Yalnız bir dileğim olacak.
Kral:
-Söyle!
Hanor:
-Bu büyük görevi tek başıma yapmam çok zor olacak. Kendime yardımcı alabilir miyim?
Kral:
-Tabii… Kimi istersen onu alabilirsin.
Hanor:
-Sayın kralım, hapishanedeki koğuş arkadaşlarım bu konuda bilgi sahibi oldular. Onları affederseniz ve izin verirseniz yanıma almak istiyorum.
Kral:
-Dilediğin kişileri affediyorum. Onlarla birlikte çalışın. Ülkemiz sizden güzel hizmetler bekliyor. Sevginizi ülkemizin her köşesine ulaştırınız.
O günden sonra Hanor ve arkadaşları durmadan, yorulmadan çalıştılar. Bitkilerle, hayvanlarla konuşmayı bütün çiftçilere öğrettiler.
Şehirlerde insanların yüzü gülmeye başladı. İnsanlar eşleriyle, çocuklarıyla konuşmaya başladılar. Mutlu insan oldular. Neşe içinde yaşadılar. Sevgisizler Ülkesi gerçekten Sevgiler Ülkesi olmuştu.
Bizler de sevgimizi çevremizdekilerle paylaşalım. Sevgimiz çoğalsın. Neşeli, mutlu insanlar olalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder