19 Ekim 2009 Pazartesi

İNSAN SEVGİYLE YAŞAR


İnsan bir an olsun şaşırıyor. Her yer karanlık. Karanlığın içinde hiçbir belirti yok. Karanlık adeta sizi alıp kendisine çekiyor. Koyu bir durgunluk var. Helezonlar şeklinde bir göz yanılması sizi karanlığın içine mi çekiyor? Yoksa tam tersine, dışarıya mı atıyor bilemezsiniz.
Nesrin Hanım bir anda kendisini bu sonsuz karanlığın içinde bulur. Bakıyor ama bir şey göremiyor. Görmek için göz kapaklarını biraz daha açıyor, gözlerini ovuşturuyor. Sanki hemen karşısına biri çıkacakmış gibi bir his var. Gidiyor, gidiyor, ama sanki hiç gitmemiş de yerinde duruyor gibi. Nesrin Hanım ilerledikçe koyu siyah karanlık, rengini açıyor gibi, gümüş rengine dönüyor gibi oluyordu.
Çok uzaklarda bir noktada bir ışık belirir gibi oldu. Nesrin Hanım gözlerini bir daha ovuşturdu. Göz aldanması mıydı, yoksa gerçekten bir ışık var mıydı?
Evet, evet bir ışık vardı orada. Ama çok uzaklarda bir nokta şeklindeydi. Nesrin Hanım duraladı. Olduğu yerde durdu. Şimdi içten dışa veya dışardan içeriye kendisini götüren göz aldanmaları da kesilmişti. Her şey daha net görünüyordu. O kopkoyu karanlığın içindeki ışık, bir toplu iğne başı büyüklüğündeydi. Bu ışık, gitgide daha belirgin olmaya başladı. O nokta gibi ışık büyüyerek Nesrin Hanım’ın yanına doğru yaklaşıyordu. Öyle bir an geldi ki, ışığın içinde biri olduğunu fark etti. Nesrin Hanım heyecanlandı. Hemen aklına oğlu geldi. Oğlu Murat olmalıydı bu.
Nesrin Hanım önce heyecanla korkunun verdiği bir duygu içindeydi. Çünkü o küçük bir nokta şeklindeki ışığın giderek büyümesi onda bu duyguları yaşattı. Ancak şimdi daha değişik bir heyecanın içindeydi. Işık içindeki kişinin oğlu Murat olduğunu hissetmesi, aklına gelivermesi, onu rahatlatmıştı.
Şimdi korkmuyordu. Ama emindi. Bu Murat’tı. Evet, evet oydu. Karanlığın içinde beliren ışık içindeki kişi tam olarak belirgin hale geldi. Bu biricik oğlu Murat’tı. Asker oğlu Murat, “Mehmetçik” oğlu Murat…
-Anne! Anne! Anne! Bak ben geldim.
Nesrin Hanım hislerinde yanılmamıştı. Hasreti gözünde tüten oğlu karşısındaydı…
Elinde silahı, asker elbisesi, dimdik duruyordu… Gülen yüzü parlaktı. Sanki bir nur parçası gibi aydınlatıyordu… Nesrin Hanım oğluna baktıkça huzur buluyor, içi rahatlıyordu. Bilmediği, kavrayamadığı duygularla karşı karşıyaydı… Hem üzüleceğini hissetti, hem oğlunu görmenin, oğluna kavuşmanın heyecanıyla seviniyordu. Bağırıp haykırmak istiyordu. Bağırdı… Dudaklarından dökülen sesin şiddetini ölçemedi… Bağırmasına rağmen sessiz bir çağırış gibi geldi:
-Oğlumm! Oğlummm! Oğlummmm! Buradayımmm! Gel! Kucaklayayım seni… Doya, doya kucaklayayım seni…
Bir an bir durgunluk oldu. Murat, geldiği gibi gitti… Göründüğü gibi kayboldu… Gittikçe parlayan ışık, yine aynı şekilde kaybolmaya, kararmaya başladı…
Şimdi gene her yer karanlık olmuştu… Nesrin Hanım kapkaranlık bir boşlukta kalmıştı. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi…

Nesrin Hanım büyük bir telaş ve heyecan ile uyandı. Sıkıntı içindeydi. Ter içinde kalmıştı. Yatağın içinde doğruldu. Elinin tersiyle alnını silerken:
-Hayırdır inşallah! dedi. Oğlummm! Oğlumu gördüm. Bana geldi… Bana geldi…
Yatağından kalktı, lavaboya gidip yüzünü yıkadı. Derin bir nefes aldı… Dışarıya baktı, henüz aydınlanmamıştı. Oturma odasına geçti. Sürekli dua ediyordu. Gördüğü rüyanın hayırlı olmasını diliyordu. Fazla oturamadı. Kalktı, lavaboya gitti; abdest aldı. Sonra kitaplığın üst rafındaki ilk kitabı aldı. Oturma odasına gitti. Kitabı elinde sıkı sıkı tutuyordu. Bir süre böyle oturdu… Sonra, başörtüsünü düzeltti. Çenesinin altındaki düğümü yeniden sıkıştırdı. Kitaptaki kırmızı kurdelenin sayfalar arasındaki ucunu buldu. O sayfayı açtı. Sevinmesi mi gerekiyordu, üzülmesi mi? Bir türlü bilemiyordu… Bu karışık duygular içinde okumaya başladı:
-Bismillahirrahmanirrahim.
Nesrin Hanım Kuran-ı Kerim kitabını açmıştı. Okumaya başladı. Gözü kitaptaydı, aklı ise oğlunda… Ne kadar okuduğunu, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadı… Sabah ezanı okunmaya başladı… Nesrin Hanım Kuran okumasını bitirdi. Kitabı kapattı. Ellerini açarak dua etti. Ellerini yüzüne sürdü. Bir süre öyle tuttu.
Kuran-ı Kerim’i kitaplıktaki yerine itinayla yerleştirdi. İçeriden namazlağısını alarak oturma odasına geçti. Sabah namazını kıldı. Namazdan sonra kalkmadı. Uzun süre dua etti. Sonra tespihini alarak çekmeye başladı.

Nesrin Hanım, kahvaltısını hazırlayıp masaya oturdu. Dalgın dalgın çayını yudumlamaya başladı.
Nesrin Hanım 48 yaşındaydı. Tek başına kalıyordu. Eşini üç sene önce kaybetmişti. Onun yokluğuna, güler yüzlü oğlu Murat’ın varlığıyla alışmıştı. Oğluyla birlikte yaşamaya başlamıştı. Onu askere gönderince, tekrar yalnız kalmıştı. Bir de kızı vardı. Onun altı yaşında bir kızı vardı. Evleri yakındı. Her gün gelerek, annesinin yalnızlığını gideriyordu. Onun dert ortağı oluyordu. Hele torunu Müge bambaşkaydı. Sanki büyümüş de küçülmüş gibiydi. Nesrin Hanım’ın bütün sıkıntılarını, üzüntülerini unutmasında ilaç gibiydi. Güler yüzü, konuşmaları, anneannesiyle ilgilenmesi, afacanlığı ile her zaman aranan biriydi. Nesrin Hanım, torunu Müge’yi çok seviyordu.
-Minik kuşum, biriciğim!
Diye severdi.
Kahvaltısını yaparken, bir ara kızını arayıp çağırmak istedi. Sonra vazgeçti. Bir ara telefonu kaldırıp, numaraların 3-4 tanesini çevirmişti ki, ahizeyi yerine koydu.
-Nasıl olsa birazdan gelecek… Durduk yere telaşlandırmayayım… diye düşündü.
Kahvaltı masasını topladıktan sonra oturma odasına geçti. Televizyon izlemeye başladı.
Dalgınlığını üzerinden atamamıştı. Yine telefonun başına gitti. Gayriihtiyarî numaraları çevirmeye başladı. Sonra vazgeçerek ahizeyi bıraktı.
-Yok… yok… Nasılsa gelmek üzeredir…
Yine kızını arıyordu, vazgeçti. Tekrar televizyonun karşısına oturdu. Dalgın dalgın bakmaya başladı. Zaman geçmiyordu. Kapı zili bir türlü çalmıyordu. Kalktı, bulaşıkları yıkadı. Elinde bir nemli bez, masaların, büfenin tozunu almaya başladı.
Nesrin Hanım, her gün yaptığı gibi kendini temizliğe kaptırdı. Bunu her sabah alışkanlık haline getirmişti. Eşini kaybettikten sonra alışmıştı. Kendisine bir meşguliyet oluyordu. Toz alma, yerleri silme, Müge’nin dağıttıklarını toparlamak onun en büyük uğraşısı olmuştu.
Nesrin Hanım kapı ziliyle irkildi. Kendine geldi.
-Ne kadar dalmışım, kendimde değilmişim demek ki… diye düşündü.
Koşar adımlarla kapıya yöneldi. Kapıyı açtı; kızı Elif ile torunu Müge karşısındaydı. Kapıyı açmasıyla birlikte Müge kollarını açtı:
-Anneanne biz geldiiiik!.. diye bağırdı.
Her zaman olduğu gibi Nesrin Hanım eğilerek onu kucakladı.
-Hoş geldin kızım, dedi.
-Hoş bulduk anneciğim… Bugün biraz erken geldik. Ne oldu anlayamadım. Hem Müge, hem ben evde duramadık. Bir an önce çıkıp gelelim, dedik.
-Ya! İyi etmişsiniz. İyi ki geldiniz.
Kollarının arasındaki Müge’yi yanaklarından öptü.
-Şekerimmm… Bu kimin şekeriymişşşş! Bal, bal, bal… Bu kimin balıymışşş! diye sevmeye başladı.
Müge de anneannesinin boynuna iyice sarıldı. Onu yanaklarından öptü. Anneannesine özenerek, “m” lere bastırarak anneannesine seslendi:
-Anneannemmmm! diye sevgisine karşılık verdi. Kimin olacak, anneannemin şekeriyim.
Kızı, elindeki çantaları bir kenara bıraktı. Poşetin birini mutfağa bıraktı. Hep birlikte oturma odasına geçtiler. Nesrin Hanım sabah namazında beri bu anı bekliyordu. Daha fazla dayanamazdı. Hemen gördüğü rüyayı kızına anlatmaya başladı:
-Murat’ı gördüm, kızım…
Elif, annesinin Murat’a ne kadar düşkün olduğunu bilirdi. Askere gittikten sonra bu duygusal bağlantı daha da artmıştı.
-Nerede gördün anne? Rüyanda mı gördün?
-Evet kızım, rüyamda gördüm.
Nesrin Hanım, biraz durakladı. Yutkundu. Heyecanlı, heyecanlı anlatmaya başladı:
-Çok etkilendim kızım. Çok değişik bir rüyaydı.
-Hayırdır inşallah! Anlatsana anneciğim. Meraklandırdın beni.
-Anlatacağım kızım. Sıkboğaz etme.
Nesrin Hanım, gördüğü rüyayı anlatmaya başladı. Rüyayı yeniden görüyormuş gibi heyecanlanmıştı. Nesrin Hanım, sanki odadan çıkıp rüyanın içine girmişti. Anlatırken alnında boncuk boncuk terlemeler başladı. Göğsü inip kalkmaya başladı. Rüyanın sonunda, Nesrin Hanım düş âleminden çıkıp tekrar odaya gelmişti.
Pür dikkat annesini dinleyen Elif:
-Hayırdır inşallah!.. Hayra karşı gelir inşallah, anneciğim…
-Hayır içinde ol evladım.
-Ağabeyimden haber alacağız. İzne mi gelecek acaba?
Başından beri anneannesini dikkatle dinleyen Müge:
-Dayım Irak’ta değil mi? Oradan nasıl gelecek? Onlar geri döndüler mi?
-Bilmiyoruz kızım. Sanırım dayınlar hemen dönmezler.
-Ama dayım gelmiş. Anneannem dedi.
-Rüyasına gelmiş kızım. Anneannen dayını rüyasında görmüş…
-Kızım, üzülecem mi, sevinecem mi bilemiyorum? İçimde bir sıkıntı var. Yumruk gibi duruyor. Git gide büyüyor. Haydi, hazırlan da Saniye Hanımlara gidelim. Biraz laflarız, rahatlarım.

*

Nesrin Hanım, bir gün sonra yine erken kalkmıştı. Kahvaltıdan sonra elinden düşmeyen toz beziyle oyalanıyordu. Kapı zilinin sesiyle olduğu yerde kalakaldı. Yine dalmıştı. Temizlik yapmış mıydı, yapmamış mıydı? Yoksa yeni mi başlamıştı? Bilemiyordu. Gidip kapıyı açtı. Gelen kızı Elif ile biricik torunu Müge idi.
-Nasılsın anne?
-Hoş geldiniz kızım. Biraz iyi gibiyim.
Müge sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Her zamanki gibi:
-Anneanne biz geldik… diye bağırarak anneannesinin boynuna atladı. Nesrin Hanım, her gün olduğu gibi eğilerek torununu kollarına aldı ve onu öptü. Müge de onu öptü. Anneannesindeki dalgınlığı o da fark etti.
Birlikte oturup, sağdan soldan konuşurken, Nesrin Hanım gene ara ara dalıyordu. Sebebini kendisi de bilemiyordu… Uzun bir sessizliğin ardından telefon sesiyle birlikte irkildiler. Müge bir çırpıda oturduğu yerden kalkarak telefona koştu.
- …
-Evet efendim.
-…
-Burada, tabi…
Telefonun ahizesini ağzından uzaklaştırıp anneannesine seslendi:
-Anneanne! Seni istiyorlar.
-Kimmiş yavrum?
-Askermiş galiba anneanne…
Nesrin Hanım, “hayırdır inşallah” diyerek yerinden kalkarak torununun elinden telefonu aldı.
-Alo!..
Telefondaki ses, güven verici bir ses tonuyla konuşuyordu:
-Nesrin Hanım’la mı görüşüyorum?
-Evet.
-Ben Askerlik Şubesi’nden arıyorum. Sizi ziyarete gelecektim. Evde olup olmadığınızı öğrenmek istedim.
Asker sözünü duyar duymaz, Nesrin Hanım heyecanlanmıştı. Derin derin nefes almaya başladı.
-Buyrun, evdeyim… Sizi bekliyorum…
Telefonu yerine koyarken kızı ve torunu heyecan ve merak içindeydiler.
Elif dayanamadı:
-Kimmiş anne?
-Askerlik Şubesinden aradılar.
Bu kelimeler dudaklarından dökülür gibi çıktı. Yüzünün rengi atmıştı. Sanki kendisinde değildi. Hemen yanındaki koltuğa oturdu. Kızı ise meraktan ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu.
-Anne! Ne dediler?
Anne, gene kendinde olmadan konuştu:
-Buraya geleceklermiş.
Müge de meraklanmıştı:
-Neden geleceklermiş?
Müge’nin sorusu ile kimse ilgilenmedi. Nesrin Hanım, kendisinin de bilmediği bir duyguya kapılmıştı. Elif ise annesinin bu durumunu beğenmiyordu. Yoksa Murat’a bir şey mi olmuştu?
Nesrin Hanım’ın boğazı düğümleniyordu. Konuşmak istiyordu ama konuşamıyordu. Bir hüzün çökmüştü. Ağlamaklı gibiydi ama ağlamak istemiyordu. Elif annesinin hâlini beğenmiyordu. Hemen kolonya getirdi. Annesinin ellerine döktü. Annesi de ellerini ovuşturarak kolonyalı ellerini yüzüne götürdü. Serinler gibi oldu.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorlardı. Zamanın içinde durmuş gibiydiler. Kapı zilinin çalmasıyla kendilerine geldiler. Elif kapıyı açtı. Kaymakam, iki subay, bir bayan doktor ve bir hemşire içeri girdi. İki asker ve bir ambulans dışarıda bekliyordu.
Grup içeri girince salona aldılar. Nesrin Hanım’ın içi içine sığmıyordu. Zorlukla:
-“Hoş geldiniz” diyebildi.
Çekinerek gelen misafirlerin yüzlerine bakıyordu. Konuşmak istiyor ama konuşamıyordu. Annesinin hâlini gören Elif, misafirlere “hoş geldiniz” dedi.
Doktor Hanım Nesrin Hanım’ın yanına oturmuştu. Nesrin Hanım’ın elini tutup:
-Sizin bir tansiyonunuzu ölçeyim, dedi. Tansiyon aletini bağladı. Sonra sonuca baktı:
-Çok iyi.
Bu ara, cebinden çıkardığı iğneyi koluna yapıverdi. Nesrin Hanım, heyecandan ve içinde bulunduğu bilmezlikten fark etmedi bile.
Askerin biri pencereye büyük bir bayrak astı. Elif istemeyerek askerin bayrağı asmasını izledi. Müge de askerin yanına gelmişti.
Kaymakam, Nesrin Hanım’ı teskin edici sözler söylemeye çalıştı. Vatanın kutsallığından, askerlerin vatanlarını korumak için canla başla mücadele ettiklerini açıkladı.
Oğlunun da bu uğurda şehit olduğunu söyledi. Şehitlere öldü denmeyeceğini açıkladı. Onların yeri doğrudan Tanrı katı olduğunu söyledi.
O esnada Yüzbaşı ayağa kalktı, selam verdi. Kapıda duran askerin elindekileri aldı. Nesrin Hanım’a uzattı. Bunlar Murat’ın asker eşyaları idi. Ayrıca bir Türk bayrağı vardı. Yüzbaşının içi titriyor, kelimeler bir türlü dudaklarından çıkmıyordu. Gözleri nemlenmişti. Sonra, titrek bir sesle şunları diyebildi:
-Nesrin Hanım! Size kahraman oğlunuzun şahadet haberini vermek için buradayız. Başımız sağ olsun.
Nesrin Hanım, o an oturduğu yerde gözleri nemlendi. Sabahtan beri düşünmek istemediği sonuçla yüz yüze gelmişti. Gerçeği oğlunun asker arkadaşları bildiriyordu. Gördüğü rüyanın yorumu şimdi belli olmuştu.
Elif duyduklarına inanamamış bir hâldeydi. Bakışlarını bayrak asan askerden komutana çevirdi. Birden bir haykırma duyuldu:
-Abiciğim!...
Hıçkırıklarla dolu bu ağıt devam etti:
-Murat’ım! Kardeşim… Neredesin?
Annesinin ağlamaklı bağırması, Müge’nin de ağlamasına sebep oldu. Müge ne olduğunu anlamadan ağlamaya başladı.
-Dayıcığımm… Ne oldu dayıma? Neden gelmedi?
Komutan sözlerini tamamlamıştı. Bu andaki zaman, belki de geçmek bilmeyen en uzun zaman olarak yaşandı. Komutan Nesrin Hanım’ın ellerinden öperek karşısına oturdu.
Nesrin Hanım gözlerinin nemini örtüsünün ucuyla silerek:
-Ben oğlumla övünüyorum. O en büyük rütbeyi kazandı, komutanım! O Mustafa Kemal’in ordusunun askeri Kaymakamım… O vatanını korumak için çarpıştı. Vatan hainlerine, bebek katillerine karşı çarpıştı. Ben Murat’ımla gurur duyuyorum…
Hiç kimsenin ummadığı, beklemediği bir metanetle karşılarında dimdik bir anne gördüler. Nesrin Hanım, oğlunun şahadetini Türk kadınlarındaki hassasiyet, mert ve kadere rıza gösteren duygularla karşıladı.
Komutan, cenazenin yarın sabah burada olacağını ve öğle namazından sonra cenaze töreninin yapılacağını bildirdi. Doktor Hanım ve hemşire evde kalacaktı.
Televizyon haberlerinden Murat’ın bir gün önceki çarpışmalarda şehit olduğu duyuldu. Tanıdık, tanımadık yüzlerce insan evi ziyarete geldiler. Baş sağlığı dilediler.
Belediye, evin önüne yas çadırı kurdu. Çok sayıda sandalye getirdi. Gelenler burada oturarak üzüntülerini bildirdiler. Akrabalar, yakın komşular gelenleri karşıladılar.
Aile yakınları Nesrin Hanım’ı yalnız bırakmıyordu. Doktor ve hemşire hemen yanı başında bekliyordu.
Gece bütün odaların ışığı açıldı. Belediye yas çadırı çevrense de seyyar sokak lambaları dikmişti. Her yer aydınlanmıştı.
Gelenler, gidenler birbirine karışıyordu. İnsanlar yas yerinde bulunmak, Murat’a dua etmek için koşup geliyorlardı.
Gecenin geç saatlerinde Elif’in eşi Kâmil Bey geldi. İş gezisindeydi. Haberleri duyunca gezisini yarıda keserek dönmüştü.
Gelir gelmez Nesrin Hanım’ın yanına geldi. Bir birlerini çok severlerdi. Nesrin Hanım damadını el üstünde tutar, ona saygı duyar, sevgisini her fırsatta belli ederdi.
Kâmil Bey de Nesrin Hanım’ı bir anne gibi sever, sayardı. Aralarında güzel ve samimi bir yakınlık doğmuştu.
Kâmil Bey, Nesrin Hanım’ın yanı başına oturdu. Onu teselli etmeye çalıştı. Nesrin Hanım, kendini koyuvermeden durmaya çalışıyordu. Doktor Hanım sürekli kontroldeydi.
Nesrin Hanım, sürekli tek noktaya bakıyordu. Belli ki hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Ara ara oğlu Murat’ı gözlerinin önüne geliyordu. O an heyecanlanıyor, gözlerinin içi gülüyordu. Oturduğu yerde hafif kıpırdıyordu. Sonra yeniden sabit noktaya bakmaya devam ediyordu.
Salon, odalar hep doluydu. Herkes bir başka konuyu açıp konuşuyordu. Kaymakam, komutan, belediye başkanı ve diğer daire yöneticileri Nesrin Hanım’ın yanındaydılar. Bazen Kaymakam, bazen de komutan açıklamalarda bulunuyordu. Nesrin Hanım, bütün bu konuşmaları dinliyordu. Bir noktaya bakarken belki dinler görünüyordu.
Akşam yemeğinde misafirlere yemek verildi. Yemekten sonra Müftülüğün görevlendirdiği hocalar dualar okudular. Ayrıca belirli zamanlarda dua okudular.
Geç saatlere kadar oturuldu.

***

Sabah erkenden evin önü dolup taşmaya başladı. Gelenlerin çoğunun elinde bayrak vardı. Saatler ilerledikçe kalabalık artmaya başladı.
Saat 10’a doğru bir hareketlenme oldu. Cenazenin geldiği haberi duyuldu. Cenaze evin önüne geldi. Evdekiler aşağı indi.
Doktor Hanım ve hemşire son olarak Nesrin Hanım’ın kontrollerini yaptılar. Doktor bir sakinleştirici iğne daha vurdu.
Cenazenin gelmesiyle kalabalık arasında dalgalanmalar olmuştu. Nesrin Hanım kapıda göründü. Kızı ve damadı arkasındaydı.
Kaymakam, komutan ve belediye başkanı cenazenin başındaydılar.
Nesrin Hanım ağır adımlarla tabuta yaklaştı. Bayrağa sarılı tabuta sarıldı. Günlerden beri içini kemiren bilinmezliğe karşı susuyordu. Dün aldığı haberden beri de kendini kaybetmemeye çalışmaktadır.
Şimdi hasretini gidermektedir. Gözlerinden tek bir yaş düşmemişti. Bir süre öyle kaldı. Ardından kızı geldi. Kızı kendisi gibi sessiz ağlamadı. Damadı da öyle idi. Torunu Müge ise annesinin ağıdına ağlıyordu. Tabuta sarıldılar.
Komutan ve Doktor Nesrin Hanım’ı tutarak korteje aldılar. Müge, dayısının resmini taşıyacaktı. Murat’ın çerçeveli bir resmini ona verdiler. En öne getirdiler.
Askerler Murat’ın tabutunu aldılar, tören adımlarıyla yürümeye başladılar. Önde Müge vardı. Tabutun ardından da yavaş adımlarla büyük bir kalabalık geliyordu. Sıra halinde yürüyorlardı. Her sırada yirmiden fazla insan vardı. En önde Kaymakam, yanında Nesrin Hanım, yanında komutan, belediye başkanı vardı. Diğer yanda kızı ve damadı vardı.
Kalabalık, Jandarma Komutanlığı bahçesine geldi. Burada resmî tören yapılacaktı. Protokol yerini aldı. Herkes kendine bir yer bulmaya çalıştı. Müge, dayısının resmiyle en önde duruyordu. Tabutun hemen yanı başındaydı. Nesrin Hanım, Kaymakam ve Jandarma Komutanının arasında idi.
Hazırlıklar tamamlandı. Kalabalığın toplandığı anlaşılınca genç bir subay kürsüye geldi. Selam verdi. Gür ve dokunaklı sesiyle konuşmasına başladı. Murat’ın öz geçmişini okudu. Terör olayları üzerine sert sözler söyledi.
Kaymakam ve Komutan da birer konuşma yaptı. Konuşmaların heyecanlı yerlerinde kalabalık arasından terörü lanetleyen sözlerle karşılık verdiler.
Kaymakam, Nesrin Hanım’ın kulağına bir şeyler söyledi. O da başını salladı. Bir mikrofon getirdiler. Nesrin Hanım olduğu yerden düşüncelerini açıkladı. Oğlu Murat’ı yüce Tanrı’nın huzuruna uğurlamanın gururuyla sakin ve tok bir sesle konuştu:
-Ben Murat’ımın annesiyim. Yüzlerce şehidimizin annesi gibi ben de oğlumdan ayrı kaldım. O şimdi Tanrı’mın huzurunda. En yüce rütbededir. Ben oğlumu, diğer anneler gibi davul-zurna ile askere uğurladım. Benim oğlumun adı Murat’tır. Biz Murat deriz. Ama o diğerleri gibi Mustafa Kemal’in askeridir. Onun adı Mehmetçiktir. Bu vatana Mehmetçikler feda olsun.
Törenden sonra askerler tabutu omuzladılar. Bahçe dışında az bir bekleme oldu. Müge en öne geçti. Onun arkasına askerlerin omzundaki tabut. Arkasında da büyük bir kalabalık... Caddeyi dolduracak şekilde ve sıra halinde yol almaya başladılar. Ana caddeden geçerken halk ilgisiz kalmadı. Balkonlara bayraklar asıldı. Kadınlar ve çocuklar balkonlara çıktılar. Ağlayan gözlerle izlediler. Erkekler dükkânları kapattılar, evlerden çıktılar cenazeye katıldılar. Kalabalık, büyüdükçe büyüdü. Binlerce kalabalık, on binleri geçti.
Birkaç yerde dua için duruldu. Gür sesli biri kalabalığı olduğu yerde durduracak şekilde seslenir:
-Allahu ekber!
Kalabalık sesi duyunca durur. Herkes topluca bu sese katılır:
-Allahu ekber!
Ardından eller açıldı. Dualar edildi.
Ulu Cami önüne gelindiğinde öğle ezanı okunuyordu. Cenaze Musalla taşına konuldu.
Namazdan sonra binlerce insan cenaze namazını kılmak için saf aldı. Cami avlusu yetmedi. Caddeye taştı.
İmam, “er kişi niyetine” diyerek cenaze namazını kıldırdı.
Kalabalık ana caddeyi takip ederek şehitliğe doğru ilerledi. İlerledikçe katılanlar oldu. Yukardan bakıldığında bayrak denizi gibi görünüyordu. Hemen herkesin elinde bayrak vardı.
Yol boyunca slogan atıldı, tekbir getirildi:
-Kahrolsun katiller!
-Kahrolsun PKK!
-Murat bizim evladımız
Murat bizim adımız.
-Akan kanı durdurun
Anaların gözyaşlarını dindirin
-Allahu ekber, Allahu ekber,
La ilahe illallahu vallahu ekber,
Allahu ekber ve lillahil hamd.

***


Murat’ın cenazesi bayrak denizi arasında Türk bayrağına sarılı olarak ebedi yolculuğuna gidiyordu.
Ulu Cami ile şehitlik arasındaki yol “iğne atsanız yere düşmeyecek” kadar kalabalıklaştı. Şehir, şehir olalı bu kadar kalabalığı bir arada görmemişti.
İnsanlar koşa koşa cenazeye katılıyordu. Murat’ın son yolculuğunda onunla yürüyorlardı. Duasına katılmak için geliyorlardı.
Cadde boyunca insanlar yolun iki tarafında sıralanmıştı. Kadınlı erkekli Murat’ı uğurluyorlardı.
Evlerin, işyerlerinin pencerelerinden, balkonlarından binlerce kişi bakıyordu. Hepsinin gözleri yaşlıydı. Hiç kimse ağlamaktan utanmıyordu. Gizlemeden, saklamadan ellerinin tersiyle veya mendilleriyle gözlerini siliyorlardı.

***

Cenaze şehitliğe geldi. Kalabalığın arka ucu daha bir kilometrelik mesafedeydi. Murat’ın bayrağa sarılı tabutu tekbirlerle şehitliğe girdi. Toprağa konurken askerler saygı atışında bulundular. Toprakla kapatılırken hocalar Kuran okumaya başladılar.
Dua okunduktan sonra insanlar hüzünlü bir şekilde şehitlikten ayrıldılar. Herkes hınç içindeydi. PKK’ye lanet yağdırıyordu. Kendi aralarında yorumlar yapıyorlardı.

***

Nesrin Hanım’ın evi hiç boş kalmadı. Günlerce doldu doldu boşaldı. Nesrin Hanım hiç yalnız kalmadı. Kendisi ile baş başa kalmadı. Kendini dinleyemedi. Kendisini teselli etmek isteyenleri sükûnet içinde dinledi. Her şeyin bir sebebi vardır, olan ve olacaklar Tanrı’dandır diyordu.
Günler hızla geçti.
Nesrin Hanım tek noktaya bakarak düşünüyordu. Bu alışkanlık olmuştu. Belki de düşünmüyordur. Sessizdi. Dalıp gidiyordu. Kapı zili çaldı. Zil sesiyle kendine geldi. Kalktı. Ağır adımlarla kapıya yöneldi. Eski hareketliliği kalmamıştı. Durgundu. Kapıyı açtı. Kızı Elif gelmişti:
-Hoş geldin kızım.
-Hoş bulduk anne. Nasılsın?
-Sağ ol kızım, iyiyim.
Elif’in arkasından Müge içeri girdi:
-Anneanne! Ben geldim!
Her zaman neşeyle karşılardı. Onu kucaklar, şakalaşırlardı. Nesrin Hanım uzun zamandır torununu neşeyle karşılayamıyordu. Bu sefer de böyle yapmadı. Dizlerini büktü, üzerine oturdu:
-Hoş geldin minik kuşum! Mügem benim…
Diyerek ellerini açtı. Müge’nin elleri arkasındaydı. Nesrin Hanım Müge’yi kucakladı. Kucaklayınca arkada duran ellerinde bir şeyler olduğunu anladı.
-Gene neler yapıyorsun?
-Sana bir sürprizim var anneanneciğim!
-Neymiş o sürprizin Minik Kuşum Mügeciğim…
Müge arkasında sakladığı sürprizi gösterdi. Kafes içinde küçük bir kuş vardı. Masmavi idi. Nesrin Hanım’ın yüzünde bir gülümseme belirdi. Günler sonra ilk defa gülümsüyordu. Kafesi eline aldı. Küçücük mavi kuşa bakmaya başladı:
-Ama ben kuştan korkarım. Ben bunu elime alamam ki. Hem ben buna nasıl bakarım? Ben anlamam ki!
Elif:
-Ben dedim ama dinletemedim anneciğim.
Müge:
-Bakmana ben yardım ederim. Ben bakarım. Eline de almayacaksın ki anneanne!
-Ya ne yapacağım?
-Kuş kafeste kalacak. Dışarı çıkarırsan kaçar. Hem bu daha yavru, anneanne, korkma!
-Korkmam da, elime almaya çekinirim. Hiç denemedim. Çekinirim.
-Alışırsın anneanneciğim! Nasılsa o kafeste olacak. O büyürken, sen de ona alışırsın. Arkadaş olursunuz.
-Arkadaş!
-Evet arkadaş olursun. Sen bana “Minik Kuşum” demiyor musun?
-Evet, diyorum.
-Al sana minik kuş. Buna da minik kuş dersin.
-Sana dediğim gibi mi?
-Evet, bana dediğin gibi.
Nesrin Hanım kafesi eline aldı. Kuşa daha yakından ve dikkatle bakmaya başladı. Müge:
-Şimdi ona bir yer bulalım.
Hemen oturma odasına girer. Şöyle bir bakınır:
-Anneanne, şurası nasıl?
Nesrin Hanım içeri girer ve Müge’nin gösterdiği yere bakar. Nesrin Hanım’ın her zaman oturduğu yerin karşısıdır burası. Televizyonun da yanındadır.
-Şu sehpanın üzerine koyarız. Her zaman o sana, sen de ona bakarsın.
-Olur Minik Kuş’um, olur yavrum. Madem sen öyle istiyorsun, öyle olsun.
-Anneanne, bundan sonra “Minik Kuş” iki tane. Bana dediğin gibi bu kuşa da diyeceksin. Bak masmavi bir kuş. İstersen adı “Maviş” olsun.
-Olsun.
Müge, eliyle, yüz mimikleriyle değişik hareketler yaparak kuşu sevmeye, onunla konuşmaya başladı.
-Maviş, Maviş… Yerini beğendin mi? Bundan sonra burada kalacaksın. Anneannem sana bakacak. Ben de beraber bakacağım. Anneannemin sözünü dinleyeceksin. Onu asla üzmeyeceksin. Onu korkutmayacaksın. O, kuşlardan, kedilerden korkmaz ama çekinir. Hiç eline almamış. Ama göreceksin sana çabuk alışacak.
Maviş başını hafif sola eğerek Müge’yi dinliyordu. Sanki onun söylediklerini anlıyordu. Bazen de başını sağa eğerek bakıyordu. Müge konuştukça başını öne doğru sallıyordu. Nesrin Hanım da onları ilgiyle izliyordu.
Kızı Elif de onları izliyordu:
-Ne dersin anneciğim? Alışabilecek misin?
-Bilemiyorum kızım. Baksana, Müge benim yerime her şeyi düşünmüş.
-Evet, günlerdir bunu düşündü. Sonunda sana bir kuş almaya karar verdi. Kuş sana eğlence olur anneciğim.

***

Nesrin Hanım namazını kılıp duasını yaptı. Sessizce onu seyreden Maviş, duanın bitimiyle ötmeye başladı. Nesrin Hanım dönüp Maviş’e baktı.
-Ne diyorsun Maviş?
Maviş tekrar ötmeye başladı. Sanki Nesrin Hanım’ın kendisiyle konuşmasını istiyordu. Nesrin Hanım bunu anladı. İçine doğdu.
-Sen benimle konuşmak istiyorsun değil mi?
Sürekli başını sallayan kuş, yine başını sallayarak ötmeye başladı.
-Maviş, nasılsın? Sen benim Maviş’im oldun. Senin adın Maviş, benim adım Nesrin. Burada ikimiz birlikte yaşıyoruz. Benim de eskiden bir Mavişim vardı. Ama o mavi mavi değildi. O esmerdi. Onun adı Maviş değil, Murat’tı. Kutsal bir görev yapıyordu. O askerdi. Asker Murat.
Nesrin Hanım yerinden kalkarak masa üzerindeki Murat’ın resmini getirdi.
-Bak bu benim Murat’ım. Asker Murat’ım. Mustafa Kemal’in askeridir. Korkusuz, cesur, mert biridir.
Kuş, Nesrin Hanım’ı dinliyor gibi, başını sallıyor, arada ötüyor, ona katılıyordu.
Nesrin Hanım ilk defa uzun bir konuşma yapmıştı. Suskunluğunu bozmuştu. İlk defa oğlu hakkında konuşuyordu.
Aslında konuşmak susmaktan iyidir. İnsan konuştukça açılır. İç sıkıntısı dağılır. Kendini daha iyi hisseder.
Müge kuşu getirmekle iyi etmişti. Nesrin Hanım açısından çok faydalı olacaktı. Birkaç gün sonra ona alışmış, konuşmaya başlamıştı. Hiç kimseye söyleyemediklerini kuşa anlatıyordu. Kuştan çekiniyordu. Şimdiye kadar hiç eline almamıştı. Ellememişti de… Çekingenliği bundandı. Yoksa korku değildi.
Önceleri bir kuş görse, dönüp bakmazdı. Ama şimdi ona alışmaya başladı. Ondan çekinmeyeceğini hissediyordu. Fakat yine de elini süremiyordu. Hâlâ tereddüt ediyordu.
Günler böyle geçiyordu. Müge ve annesi her zamanki gibi Nesrin Hanım’ı ziyaret ediyorlardı. Elif annesine yardım ediyor, onunla konuşarak dertleşiyordu. Müge ise her zamanki gibi anneannesinin neşesi olmaya devam ediyordu. Nesrin Hanım eskisi gibi neşelenmese de, Müge’ye karşılık vermese de o tatlı dilli, sevimli mimikleriyle konuşmasını sürdürüyordu.
Yine bir geldiklerinde Müge hemen kuşun yanına koştu.
-Maviiiii, Mavişşşş! Nasılsın güzelimmm! Bak ben geldim. Müge geldi. Seni sevmeye geldi.
Müge hemen Maviş’in suyunu değişti. Yemlerini tazeledi. Eliyle okşadı, ona tatlı sözler söyledi.
Annesi:
-Baksana, Maviş’i çok seviyor. Buraya gelince neşesi artıyor.
-Sevsin kızım, sevsin.
-Sen neler yaptın? Kuşa alıştın değil mi?
-Alışmaya çalışıyorum. Biliyorsun ben kuşu, kediyi ellemedim. Çekiniyorum.
-Alışırsın anne!
-Bilemiyorum kızım. Nasıl olacak, ne zaman olacak? Olacak mı olmayacak mı? Onu da bilmiyorum.
-Ben inanıyorum. Sen ona alışacaksın. Hem baksana senin başyardımcın Müge olduktan sonra sen alışırsın.
-Kısmet kızım.
O esnada Müge balkon kapısını kapadı. Pencereleri kontrol etti. Maviş’in kafes kapısını açarak elini içeri soktu. Maviş’i yakaladı ve dışarı çıkardı.
Müge, Maviş’i ellerinin arasına almıştı.
-Anne, anneanne, bakın!
Elif ile Nesrin Hanım zaten onu izliyordu. Müge, avucunun içindeki Maviş’i severek, öperek anne ve anneannesinin yanına geldi.
-Anneanne, bak, Maviş ne kadar tatlı.
İki elinin arasındaki kuşu gösteriyordu. Parmaklarını az araladı.
-Haydi ellesene!
Maviş’i anneannesine uzattı. Nesrin Hanım biraz tereddüt etti. Oturduğu yerde geri çekilir gibi yaptı.
-Yapma kızım, anneannen ellemez.
-Sen karışma anne, elleyebilir. Ben küçücük çocuğum elliyorum. O kocaman kadın, tabii ki elleyebilir.
Nesrin Hanım, anne-kız arasına girdi:
-Durun çocuklar.
-Haydi anneanneciğim, okşasana. Eline almayacaksın. Sadece tüylerini okşayacaksın. Haydi yapabilirsin. Ne olursun anneanne. Kuşcağız seni hissetsin.
Nesrin Hanım, Müge’nin ısrarlarına daha fazla dayanamadı. Elini istemeyerek uzattı. Maviş’in sırtını elledi. Ellerken beraber elini kaldırdı. Sonra yeniden denedi. Sırtını sıvazlamaya başladı.
-Tamam anneanne, oluyor. Bak elledin, bir şey olmadı.
Müge, avucunu açtı. Maviş hemen uçtu. Nesrin Hanım:
-A! Uçtu.
Elif:
-Kızım neden bıraktın?
-O da canlı. Harekete ihtiyacı var. Biz nasıl yürüyorsak, o da uçacak. Bırakalım kendince uçsun.
Maviş, hemen havalandı. Tavan hizasında bir, iki tur attı. Dolaştı. Televizyonun üzerine kondu. Sonra bir daha uçtu. Odayı yeniden dolaştı. Kafesinin üzerine kondu. Yeniden havalanarak Müge’nin omzuna kondu.
Nesrin Hanım:
-A! Müge, omzuna kondu.
-Senin de omzuna konabilir anneanne. Hazırlıklı ol.
-Ayy! Şaka yapma.
Elif:
-Şaka değil anne. Konabilir. Hem ellerine almayacaksın. Elbisenin üzerinde duracak.
Sanki öğretlenmiş gibi Maviş havalanarak Nesrin Hanım’ın omuzlarına kondu. Nesrin Hanım bir an şaşaladı. Ne yapacağını bilemedi.
-Ay! Kondu. Alın şunu.
Müge:
-Bir dakika anneanne! Bir bak, ne oldu? Ayağı mı battı. Isırdı mı? Ne oldu.
-Bir şey olmadı Müge! Olmadı da ben huzursuz oldum.
Elif:
-Olma anne. Unut onu. Haberin yokmuş gibi davran.
-Sen bir de bana sor.
Maviş, Nesrin Hanım’ın omzunda ötmeye başladı. Saçlarını didiklemeye başladı. Eğilip yüzüne bakıyordu. Sağ omzundan sol omzuna geçti. Havalandı, başına kondu.
Müge:
-Gördün mü anneanne, seni pek sevdi.
-Hı, belli.
Elif, Maviş’e sessizce yaklaştı ve yakaladı. Avuçlarının arasındaki kuşu sevdi.
-Anne baksana, hiçbir zararı yok zavallının. Mini minicik… İstersen avuçlarını aç. Bir dene.
Nesrin Hanım ister istemez ellerini açtı. Kızı Elif Maviş’i yavaşça annesinin elleri arasına koydu. Nesrin Hanım, Maviş’in ayakuçları ellerine değerken beraber iki elini açarak kaçırdı. Maviş bir anda havalandı ve havada bir tur atarak kafesin üzerine kondu.
Müge:
-Ne oldu anneanne?
Elif:
-Neden tutmadın anne?
Nesrin Hanım:
-Beni sıkıştırmayın. Hemen olmayacağını siz de biliyorsunuz.
Müge:
-Tamam, alışacağına inanıyorum, sen bunu yaparsın anneanne.
Elif:
-Evet anne. Sen bunu yapabilirsin.
Müge kafese gidip Maviş’i severek çağırdı. Elini uzattı. Müge, Maviş’i o kadar tatlı çağırıyordu ki, imrenmemek elde değildi. Bu tatlı sözlere Maviş de dayanamadı. Müge’nin uzattığı eline kondu. Müge de alarak anneannesine getirdi.
Nesrin Hanım yeniden avuçlarını açtı. Müge, kendi ellerini anneannesinin elleri içine koydu. Kuşu önce bırakmadı. İki elinin alt kısmını hafif şekilde açtı. Maviş, açılan yerden can havliyle çırpınarak kendini aşağı bıraktı. Maviş’in vücudu Müge’nin avucundayken, ayakları Nesrin Hanım’ın avuçlarına değiyordu. Elif de durumu izliyordu. O da ellerini annesinin ve kızının ellerinin saracak şekilde tuttu.
-Anne, neler hissediyorsun?
-Çekindiğimi biliyorsun.
-Şimdi nasıl?
-Gıdıklanıyorum. Ayakları elime batıyor.
Müge:
-Alıştın demek anneanne.
Müge ellerini yavaş yavaş araladı. Maviş’i anneannesinin avucu içine bıraktı. Nesrin Hanım da Maviş’i iki eli arasında tutmaya devam etti. Bu bir mucize gibiydi. Nesrin Hanım’ın bu kadar uzun süre bir kuşu avucunda tuttuğu görülmemişti.
-Alın artık şunu. Bu kadar yetmez mi?
Elif:
-Tamam anne, bu kadar yeter.
Nesrin Hanım yavaş yavaş avuçlarını açmaya başladı. Avuç işlerinde sıkılan Maviş, bir kanat çırpışıyla havalandı. Tavan çevresini turlayarak uçtu. Kanepenin arkalığına kondu. Öterek etrafını seyretti.
-Maviş, Maviş, gel canım. Gel!
Maviş’i çağıran Müge, elini uzattı. Maviş onun uzattığı elinin üzerine kondu. Bu, anne ve kızı şaşırttı.
-Ne güzel.
Dediler.
Müge, Maviş’i öperek okşadı. Onu seven sözler söylüyordu. Onu okşaya okşaya kafesine götürdü. Kapağı örttüğü zaman büyük mutluluk duydu. Maviş de ona teşekkürlerini bildirircesine ötüyordu.
Anne kız Nesrin Hanım’a veda ederek evlerine gittiler.
Nesrin Hanım, kapıyı kapatınca doğruca Maviş’in yanına geldi. Sehpanın önüne çömeldi. Dirseklerini dizlerine dayayarak avuçlarıyla yüzünü avuçladı. Uzun uzun Maviş’i seyretti.
-Maviş!
Bu sesleniş biraz donuktu. İçtenlik katamamıştı. Bunu kendisi de fark etti. Bir daha denemeye çalıştı.
-Maviş!
Bu sefer biraz daha candan söylemişti.

***

Her zaman olduğu gibi erken kalkan Nesrin Hanım, işlerini bitirdikten sonra oturma odasına geldi. Maviş’in karşısına geçti. Yine uzun uzun onu izledi. Dün olanları düşündü. Ellerinin arasında tutmasına şaştı.
-Müge gibi sevmek gerek, diye düşündü. Bu yavrucak da kimsesizdi. Benim gibi yalnız. Yalnızlığımızı birleştirelim. Birbirimize arkadaş olalım.
Nesrin Hanım’ın bu düşünceleri, yeni bir duygu idi. Nesrin Hanım için yeni günler başlıyordu.
-Mavişşş!
Bu her zamankinden daha içten söylendi.
-Maviş, canım!
Nesrin Hanım, kafesin kapağını hafifçe açtı. Elini içeri soktu. Böylece kapıyı kapatmış oldu. Parmaklarını içerde dolaştırdı. Maviş’e doğru uzattı. Bir iki denemeden sonra Maviş’i elleyebildi. Biraz sonra avucuna aldı. Maviş ötüyor, avucuna gelmeye de itiraz etmiyordu.
Nesrin Hanım kendine şaşmıştı. Nasıl cesaret edebilmişti. Evet, işte kuşu ellemiş, avucuna almıştı. Demek olabiliyordu.
Pencerelere baktı, balkon kapısına baktı. Kapalıydılar. Maviş’i avucuna aldı. Fazla sıkmadan tutarak dışarı çıkardı. İki elinin arasındaki Maviş’e daha yakından baktı. Kalp atışlarını hissediyordu.
-Senin de bir kalbin var.
Avuçlarının üst kısmını daha açık bırakmıştı. Maviş buradan başını çıkarmıştı. Kaldırdı ve yüzüne yaklaştırdı. Göz göze bakıştılar. Maviş arada öterek bir şeyler diyordu.
-Ne diyorsun Maviş? Yerinden memnun değil misin? Fazla sıkmıyorum seni. Acıtmıyorum değil mi? Maviş’im! Arkadaşım!
Nesrin Hanım ellerini yavaşça araladı. Maviş hafifçe kanatlarını çırptı. Sonra havalandı. Havada bir tur attıktan sonra kafesin üzerine kondu. Hem uçuyor hem ötüyordu. Nesrin Hanım da onu takip ediyordu.
Az sonra kapı zili çaldı. Nesrin Hanım oda kapısını kapatarak kapıya baktı. Gelenler her zaman olduğu gibi kızı Elif ve torunu Müge idi. Nesrin Hanım güler yüzle karşıladı. Sarılarak hatır sordular:
-Hoş geldin kızım.
-Hoş buldum anne. Nasılsın?
-Sağol kızım iyiyim, sen nasılsın?
-Ben de iyiyim anne, teşekkür ederim.
Nesrin Hanım eğilerek kollarını açtı:
-Hoş geldin Minik kuşum! Müge’m benim…
Nesrin Hanım uzun zamandır kızını ve özellikle torununu böyle karşılamamıştı. Nesrin Hanım, eski neşesini, sevincini yaşıyordu.
Müge:
-Hoş bulduk anneanneciğim. Seni böyle neşeli görmek bizim için sevinç kaynağıdır.
-Ben her zaman böyleyim kızım.
-Evet şimdi böylesin ve ben çok mutluyum.
Hep birlikte odaya girerler. Nesrin Hanım oda kapısını dikkatlice açar.
-Gelin çocuklar, Maviş dışarıda, dikkatli olun.
Maviş kafesin üzerinde duruyordu. Gelenlere dikkatlice baktı. Sanki sevincini bildirir gibi ötmeye başladı. Havalanarak oda içinde uçmaya başladı. Müge’nin omzuna kondu. Müge Maviş’i eline alarak sevdi. Öptü, okşadı. Kuşu serbest bıraktı. Maviş havada birkaç tur döndü. Kafesinin üzerine kondu. Sonra Elif’in omzuna kondu. Burada fazla kalmadı. Tekrar Müge’nin başına kondu. Buradan da Nesrin Hanım’ın omzuna kondu. Saçlarıyla oynadı. Nesrin Hanım elini uzattı. Maviş, Nesrin Hanım’ın eline sıçradı. Nesrin Hanım gayet olağan bir davranışla kuşun konmasına izin verdi. Hiçbir tepki vermedi. Müge, gözlerini açtı, olanları seyretti:
-Harikasın anneanne!
Diye haykırdı.
Anne kız gülümsediler. Elif:
-Evet anne, gerçekten büyük değişim.
Hep birlikte oturdular. Maviş hâlâ Nesrin Hanım’ın elinde idi. Nesrin Hanım ağır ağır konuşmaya başladı. Kelimeleri seçercesine konuşuyordu:
-Yavrularım. Her şey Allah’ın takdiridir. Yüce Yaradan nasıl takdir buyurursa öyle olur. Bizim için böyle uygun gördü. Hayata küsmek olmaz. Yaşadığımız acı olayın etkisinden kurtulamadık. Etkilenmemek mümkün mü? Bebek katilleri, öğretmen katilleri şimdi oğlumun da katili oldular. Acısı hepimizin içinde. Derler ya, “ateş düştüğü yeri yakar”, çok doğru bir söz. İçimiz yanıyor. Ama hayata da küsmemek gerekiyor. Müge bana bir ışık gösterdi. Maviş’i getirdi. Ben kuşlardan çekinirken, elime alamazken, ben onu sevdim. Müge onu bana sevdirdi. Sevgi olmazsa hayat olmaz. Hayata bağlanamazsınız. İşte Maviş’le ben de hayata bağlandım.
Çocuklar hiçbir zaman unutmayınız: İnsan sevgiyle yaşar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder